Son 4-5 aydır yaşadığım hengame içerisinde beni heyecanlandıran ve yerimden kaldırıp harekete geçiren bir haber almıştım. Evimin, Evim Dergisi'nin sayfalarında yer alması için çekime geleceklerdi.
Çekim Şubat ayı başında gerçekleşti. Derginin Mart sayısında yer almayı planlarken Nisan'a kayması, beni daha çok mutlu etti. Çünkü bu sayı Evim Dergisi için de özel bir sayı. Evim Dergisi bu sayıyla 10. yılını kutluyor. Tüm Evim Dergisi çalışanlarını hem tebrik ediyor hem de kendilerine çok teşekkür ediyorum.
Tabii ki ayrıca teşekkür etmem gereken iki değerli insan var: Çekim gününü programlama aşamasındaki sabrıyla ve çekim sırasındaki sımsıcak sohbetiyle evimi şenlendiren yazı işleri müdürü sevgili Günseli Büyüksağış ve işlerini severek takip ettiğim, harika fotoğraflar çeken İbrahim Özbunar.
Hep evcağız dediğim bu küçük ve eski daireye 2013 yılının Nisan ayında, hiç hesapta yokken ve binbir zorlukla taşınmıştım. Üstelik bir başımaydım. Sevgilim doktora çalışması için Almanya'daydı ve dönmesine daha 11 ay vardı. Biraz mutsuz ve umutsuz hissediyordum ama ne yapalım demiştim, yeni bir mekan yeni bir başlangıç olsun bu...
Üzgün geçirilen bir iki haftadan sonra kendime kızıp şöyle cümleler kurmaya başlamıştım: Koşulların buna uygundu burayı seçtin. Sürekli şikayet ediyorsun. Buraya silah zoruyla taşınmadın ya! Umutsuzluğu bir kenara bırakıp işe koyulma kararı aldıktan sonra ise, kaloriferlerin tıkanıklığı, evi 3 kere su basması, sürekli ampullerimi patlatan voltaj düşüklüğü, durmadan sıvaların dökülmesi, akan borular, koli bandıyla kapatılmış kesik pimapen camları, kapı kasalarının kırık olması nedeniyle bir türlü kapanmayan kapılar gibi yerleştikten sonra bana teker teker yüzünü gösteren sorunların hiçbiri beni yıldıramadı.
Kendime "Elinde neler var?" dedim. Bu evde seni mutlu eden, sana iyi gelen? Etrafına bir bak. Bu evin her odasına bütün gün dolan inanılmaz bir güneş var. Ben güneşle canlanıyorum, enerji doluyorum demiyor musun yıllardır. Al sana salonda otururken bile gözünü kısmadan oturamayacağın yani istemediğin kadar güneş! Öğrencilik yıllarındaki rutubetli ve karanlık bodrum katlarından şikayet ettin yıllardır. Al sana en üst kat! İstanbul'un belki de artık sevdiğin tek köşesi, güzelim adalar tam karşında. En sevdiklerinin, Burgaz ve Heybeli'nin tam arasına koy balkon masanı! Her gün içine dolan pırıl pırıl bir deniz var, tam hizanda iki dalgakıranla sütliman olan, üzerine balıkçı takaları bağlanmış. Hepsi tam karşında!
O bahar aylarında her gün, işten eve geldiğimde çayımı alıp elimde not defterimle ve yanıbaşımda iki kedimle sıvası üzerimize dökülen balkonumda oturdum. Kuşları dinleye dinleye, gecenin ışıklarında gidip gelen son ada vapurlarına baka baka, upuzun yapılacaklar listeleri hazırladım. Bitkiler edindim. Adını hiç bilmediğim güneşsever türler keşfettim, baktım, büyüttüm, bize adeta bir güney iklimi yaşatan bu evde ben de onlarla büyüdüm. Boyalar, zımparalar yaptım, nalburlara dost oldum. Bazı günlerde ev bir atölyeye ya da bir çalışma kampına dönüyordu. Molalarda güneşte sereserpe yatan kedilerimin mutlu hallerine sevindim, onları izleyerek dinlendim. Kendime adım adım, içinde mutlu hissedeceğim bir dünya kurmaya çalıştım...
Her köşesinde emeğimin olduğu, bazı çözümleri gerçekten yoktan var ettiğim evcağızım...
İnsanların mal-mülk kavramıyla kurdukları ilişki bana hep garip gelmiştir. Bu evden, birilerinin hırsları uğruna yakın bir zamanda hiç istemediğim halde taşınmak zorunda kalacağım. Neyseki bu evde kurduğum dünyamın fotoğrafları, severek takip ettiğim bir dergide, anıları ise hep ruhumda kalacak...