Hayatımın en belirsiz döneminde olabilirim.
İş, özel hayat, kısa-uzun vadeli planlamalar, kısacası her bakımdan... Bu yüzden erkenleri geçe sarıyorum, geçleri erkene alıyorum diyebilirim. Halbuki zorlamadan akışına bırak gitsin işte... Yok... Çalışma hayatım bir ofis bir home office, günlerim bir upuzuun dinlenme zamanları bir en delisinden koşuşturma, geceleri bir uykusuzluk bir uykulara doyma, sevgilimle bir küs bir barışık... İşi bırakıp yeni işe mi odaklanıyorum peki şimdi, yoksa gittiği yere kadar ikisi birden mi? İstanbul'da mı kalıyorum, artık başka şehre göçüp hayatımı basitleştireceğim o zaman mı geldi çattı?...
Hoş gerçi, eskiden beri hayatımda rutinime baş eğmeyen hareketler içinde olabiliyorum mütemadiyen, ama asgari bir düzeni tutturmak da insan hayatında huzur ve rahatlık sağlayabiliyor pek tabi. Sıkıcı diye hepten silmemek gerekiyor şu rutin denilen şeyi.
Tamamen dağıldım.
Ben yazan-çizen yanımı, yapan-eden yanımdan ayrı tutmaya çalışırım genelde. Biri kafa-tefekkür işi; diğeri el becerisi, bir nevi zanaat. Çocukluğumdan beri ruhumda her ikisini de taşıdığımı bilirim, bilirler. İkisi de yaratıcılık gerektiriyor ama koşulları, materyalleri çok farklı. Doğru mu bu yaptığım bilmiyorum ama yıllardır kendimce bir düzen oturttum bu ayrışmada. Ya da oturttuğumu sandım :) Moda tasarımı ya da içmimarlık okumak istedim, gittim sosyoloji ve tarih okudum. Çünkü el becerisini okumadan da yaparsın ama sosyal bilimler disiplinine kendi kendine o denli vakıf olamazsın dedim. Ama bir yandan da alaylı olarak setlerde styling (hem mekan hem kostüm) yaptım. Felsefeden mezun oldum; siyaset felsefesi, estetik ve ontoloji çalışmak istedim ama ne yaptım, gittim modelistlik öğrendim, kalıp çıkardım, deli gibi mobilya boyadım. Nihayetinde tasarımla ve el becerisiyle ilgili bir iş yapmak istedim, ama felsefede yüksek lisans yaparken birdenbire siyasi iletişimle ilgili bir işim oldu. Bir yandan yazmayı sürdürdüm. Şiirle-edebiyatla gizli ilişkim bu hengamede altan alta ve hep kuvvetlenerek sürdü. Dosyamı beklettim. Üstüne Ankara'dan arkadaşlarla ne zamandır istediğimiz şiir ve eleştiri dergisini (şerhh) çıkardık.
Ama tüm bunlar olurken bir baktım beslendiğimi sandığım şeyler giderek benle beslenmeye, beni yemeye, kemirmeye başlamış. Bir de en basit gündelik işleri ekleyiverin tüm bunların üstüne. Hepten ortadan ikiye bölündüm. İyi yürüttüğümü sandığım bu ikilik, bende zamanla başka ayrımlar ve çıkmazlar da yaratmış olabilir. Hiçbir şeye yetişemememin nedeni belki de sadece budur. Bir durup bakmalı belki de olan biten her şeye. Yani kendime. Her şeye ve bu bölünmeye, yeni bir düzen gerekli belki de. Yoksa barn doorlar yapılır, duvarlar boyanır, sehpalar, komodinler geri dönüştürülür, aylar geçer ve blogda bunların hiçbiri paylaşılmaz. Yayınevinin beklediği dosya aksar, yazılması gerekli yazılar bir türlü yazılamaz. Yapılacakları uzun süre kafada taşımak da çok yorucu. Arada o kafayı boşaltmak, yapılacaklar listesinden bazı maddeler tamamlanıp bitirildiğinde üzerlerini çizmek ve ileriye bakmak gerekiyor. Ama bende her şey yarım kaldığından, kafada taşınanlar giderek birikiyor. Eskiler tamamlanmadan yanlarına yeni maddeler ekleniyor ve kafamdaki bu kalabalık bende inanılmaz bir yük ve enerjisizlik yaratıyor. Her şeyi bir arada yapmaya çalışmak, hayatı hep ertelemek aslında. Ben tam olarak bunu yapıyorum. Her şeyi yapmaya çalışarak sonunda hiçbir şey yap(a)mamak.
Tüm bunları sadece benden daha sık blog yazısı bekleyenlere bir açıklama olarak değil, sorunumu da tüm açıklığıyla karşıma alayım diye yazdım. Çıkmazı tespit edeyim, tüm somutluğuyla kendime görünür kılayım ki harekete geçeyim diye...
Yazdıkça yazmışım. Sıkılmayın sakın, bundan sonra daha kısa kısa yazılarla daha çok çok fotoğrafla geleceğim diyerek gidiyorum. Yazdan, sonbahardan, bazı yapıp-edilenlerden, ev hallerinden ve ahalisinden fotoğraflar var aşağıda...
Şimdilik bu kadar :)